Batıdaki ailelere, aile yapılarına dikkat ederseniz; en büyük sorun, sevgi sorunudur. Sevgi yoktur çünkü. Yalnız aileler arasında değil ana-evlat arasında bile sevgi yaratılıştan gelen en düşük duygu olduğu halde onu dahi budaya budaya gönüldeki sevginin yetersizliğinden dolayı onu da budaya budaya öyle bir hale sokmuşlar ki artık o bile neredeyse ufalanmış, yok olmuş. İşte bu sevgi bunalımı sevgisizlik bunalımı dalga dalga bütün dünyayı sarmak istidadında tabi. İstidadında diyorum tam muvaffak olamadığı bölgeler var. Mesela Amerika’da tam muvaffak olamıyor. Çünkü Amerika’da tuhaf bir sosyal yapı var. Bilhassa Katolik cemaatlerin çok iyi cemaatlerine eriştiği ve kendi ölçülerinde ilmî duyguları iyi aktardıklarını müşahade ediyoruz. Ve dikkat ederseniz batıdaki genel olarak ahlaktaki zaaflardan pek çoğu Amerika’nın toplumunda yoktur. Fertler hariç. Yani muayyen yerlerde muayyen sefahat alemleri vardır o hariç ama onun dışında bir Amerikan kasabasında daima bir ailenin muhafaza olduğunu görürsünüz. Nispi olarak karşılıklı insanlar arasında bir sevgiyi müşahade ederseniz Avrupa da bunu bulamazsınız. Ben Avrupa’yı karış karış gezdim. Köylerinde kasabalarında nasıl yaşadıklarını bilirim. O kadar korkunç bir sevgisizlik bunalımı var ki ayakta durmaları mümkün olmayacak noktaya gelmişler, yıkılmak üzereler. Bu sevgisizlikten dolayı birbirlerine karşı kavgaları, tamamen maddeye dönen münasebetleri ve toplumun bir nevi dörtyüzdördü gibi yapıştırıcı ilacı gibi olan sevgiyi kaybetmeleri, toplumu yavaş yavaş parçalıyor.
Onlar mesela Avrupa Birliği’ni bir araya getirip güya daha toplum olmak bulunmak hevesinde. Halbuki fertler aile sevgisini yitirmiş, millet sevgisini yitirmiş. Onu sanıyor ki ben Avrupalıyım derim, niye Fransızım diyeyim anlamına getirmek. Hayır o temelde sevginin bitmesindendir. Çünkü toplumda kendi içlerindeki sevgiyi basit ölçülerde de olsa yaşata yaşata daha diri olurlar. İşte bu sevgi bunalımını düşündüğümüz takdirde mutlaka insanların mecaz şeklinde olsa da sevgilerine bir pencere açıp tetkik etmek lazım. Bu sevgiyi. Tabi insanların mecazi sevgisiyle nefsi sevgiyi birbirinden ayırt etmek lazım.
Şimdi nefs sevgisi başkadır. Mecâz sevgisi başkadır.
Mecâz sevgi; İlâhi kazandan kaynayan büyük aşkın bir zerresi, bir kadınla bir erkeğin gönüllerine birer damla düşerse bu mecâz sevgidir.
Bu sağlıklı bir şeydir. Bazen çok şiddetli olabilir. Birtakım dengesizlikler yapabilir. Ama bu mutlaka sağlıklı bir şeydir. Bu sağlıklı olan mecâz sevgi, bir de nefsani sevgi vardır. Nefsani sevgi farklı şeydir.
Nefsani sevgi; tamamen seks duygularına dayanan sevgi kelimesi, fazladan konulan bir şeydir, ona arzu demek lazım, ona istek demek lazım.
Şu kız şu oğlanı arzu ediyor başka tür seviyor. Çünkü eğer orada bir sevgi varsa, işte mecâz sevgi ile nefsin sevgisi arasındaki farkı anlarsak, bir çok problemleri bu toplumun içerisinde daha doğrusu sevgi üzerindeki yanılgıları çözebiliriz.
Şimdi mecâz sevgisinde mutlaka işin bir kutsal tarafı vardır. O kutsal taraf, ceryanın ilâhi hazineden alınmasına bağlıdır. Onun için mecâz sevgisinde değişmeyen birtakım ana hatlar vardır. Birincisi; mütekabiliyetvardır. Karşılıklı olma zorunluluğu vardır. İkincisi; kesin fedakarlık vardır. Üçüncüsü; kusur görmemek vardır. Şimdi bu üç unsuru birden , taşıyan iki kişi arasında bir sevgi varsa buna mecâz sevgi denebilir. Peki bu tek olamaz mı diye düşünebiliriz. Tek de olabilir. Yani bir kişiden olur da karşı tarafa intikal etmemiş olabilir. Yalnız bu çok nadirdir. Ekseriya nefsi sevgiler tek olur. Yani isteği vardır. Karşı taraf bu isteğe arzulu değildir. Bu tek taraflı bir sevgidir. İşte bu ilerde kara sevdalara kadar götüren birtakım sonuçlar da doğurabilir. Çünkü insanlar istedikleri şeye kavuşamayınca, o istekleri şiddetlenir biliyorsunuz. Şiddetlenince o bunu iyice aşk sanır bu sefer. Halbuki kavuşabilseydi belki zerresi kalmayacaktı.
Şimdi nefsi sevgiyle mecâz sevgisi arasındaki en önemli fark aile sevgisi bahsini anlatacağım. Sevginin bir araya geldikten sonraki yıpranmamasıdır. Eğer sevgi bir araya geldikten sonra kayboluyorsa mecâz sevgi yoktur. Çünkü mecâz sevgi ilâhi yanı olduğu için basit birtakım tensel ilişkilerle sönmez. Nefs sevgisi arzusu söner. O nefsten gelmiştir. Tensel ilgiden sonra söner o. Ama mecâz sevgi, kelimesi caizse evlenmekte sönmeyen devam eden bir sevgidir ve hoş bir şeydir, güzel bir şeydir. Ancak bir şeyi unutmamak lazım gelir ki menşeî itibari ile kaynağı itibari ile aşkı mecâziye ait olan sevgi eğer yanlış raya oturtulursa kaybolur. Bunu şimdi ezan-ı Muhammedî’den sonra anlatmak istiyorum.
Aşk-ı mecâzinin ana unsurlarını saydığımız zaman bunun karşılıklı olması, fedakarlık istemesi ve en önemli yanı da yakînlikte bitmemesi, sönmemesidir. Nefsi arzuların isteklerin ise tamamen nefsten geldiği için menfaat duygularına hizmet etmesi menfaat varken mevcut menfaat duygularına hizmet etmesi ve menfaat varken mevcut menfaat kalktığı zaman sönmesi.
Şimdi bugün toplumda uygulanması açısından çok önemli bir hadise ve nokta şudur: Diyelim ki iki kimse arasında bir aşk-ı mecâzi başladı. Bunun bir defa kesinlikle mübarek bir yanı olduğunu kabul etmek lazım gelir. Ancak hiç unutmamak lazım gelir ki aşk-ı mecâzi şeriat sınırları içerisinde yaşar. İki kimse birbirine aşık olabilir, yadırganacak bir şeyi yoktur ama bu şeriatın nizamının dışında seyrettiği an aşk-ı mecâzi biter. Bu çok önemlidir bunu bütün dinleyicilerimin çok iyi bilmesi lazım gelir. Yani kendi kendini aldatarak nefsi arzularını aşk-ı mecâzi sanıp buna kurulu bir hayat düzeni koymaktan çok kaçınmalılar. Ve eğer az da olsa bir aşk-ı mecâzi herhangi iki mümin ve mümine üzerinde tesis etmişse bunu nadide bir çiçek gibi mağdup etmek ve hiçbir şekilde şeriatı emrettiği gibi tensel âna dökmemek lazım gelir evlenene kadar nasipse ve evlenirler başka. Ama o evlilik hadisesi zuhur edene kadar kesinlikle tensel ana girdikleri anda aşk-ı mecâzi biter.
Aşk-ı mecâzi nefisle birlikte yaşamaz. Çünkü daha önce de söylediğim gibi aşk-ı mecâzinin hoş tarafı bir ilâhi hikmet taşımasıdır. Ama siz bunu tensel tarafa döktünüz mü ilâhi hikmet sönerse geriye onun da hayvani tarafı kalır. Onun için aşk-ı mecâziyi şu veya bu şekilde yakîn olanların buna dikkat etmesi lazım gelir. Yani bizim aramızda elimizde olmayan bir yakınlaşma var diye bunu tensel noktaya döktüğünüz zaman aşk-ı mecâziyi katlederseniz ve ondan sonra da evlilik ilerde zuhur etse dahi bu sefer de dersiniz ki ben seviyorum zannetmişim meğerse seviyormuşum dersiniz. Çünkü aşk-ı mecâziyi siz katlettiniz.
Aşk-ı mecâzin yaşayabilmesi için kesinlikle nefsten çıkarılması lazım ama sevmek hoş bir şeydir. Sevgi kutsal bir şeydir. Onu inkar etmek mümkün değil onu tenselleştirseniz mi aşk-ı mecâzi biter nefsani sevgi başlar.
−Sevgili Hocam daha önce bir vaadiniz vardı bildiğiniz gibi ben onu sormak istiyorum müsaadenizle eşler arasındaki sevgiyi bu mecâz ve nefsi sevgileri açısından açıklar mısınız dinleyicilerimize bunu lûtfeder misiniz?
−Evet, tabi. Şimdi iki kimsenin evlenmelerinin meydana gelmesi için birbirlerini beğenmiş olmaları hatta bunu normal bir sevgi dışında aşk-ı mecazi bile olsa olmaları yadırganacak ayıp bir şey değildir. Aşk-ı mecâzi ile severler evlenebilirler, birbirlerini beğenirler evlenebilirler. Hatta hatta birbirlerine karşı arzu da duyarlar evlenebilirler. Bir İslam gencinin unutmaması yitirmemesi lazım gelen bir nokta vardır. Bunun üzerinde çok durmalı. Hiçbir şekilde ister sevgi olsun, ister aşk-ı mecâzi olsun, isterse beğenilme olsun, bunları hiç kimse tensel bir ilgiyle sürdüremez. Bu çünkü fevkalade önemli bir şeydir. Yani bugünkü çağın tabii bir modası diye bu batının uydurduğu ve flört kelimesi altında topladığı çirkin tensel ilgilerin İslamiyet’te hiç bir şekilde yeri yoktur. Onun için bence ister eşler arasındaki sevgiyi tensel ve mecâzi açıdan mütaala ederken, şöyle mütaala etmek lazım.
Bir defa iki eşin arasındaki sevgi cereyanı nasıl geçer? Bu sevgi cereyanını kim verir? Şimdi bizim eskiden gelen bir takım geleneksel, velilerin büyük lafları bizlere mesaj halinde geçmiştir. Hatta birçokları âyet, hadisle bu sözler bağdaşır.
Şimdi “nikâhta keramet” vardır sözü biliyorsunuz meşhurdur. Şimdi herkes bana diyor ki nikâhta keramet var dedik evlendi ama arkası gelmedi. Birbirimizi görünce iki düşman gibiyiz diyor.
Hangi nikâhta hangi keramet? Kesinlikle bir müminle bir mümine evlendikten sonra Cenab-ı Hâk onlara çok düşük dozda da olsa bir aşk-ı mecâzi verir. Eğer bu aşk-ı mecâziyi yakalayamamışlarsa kabahat onlardadır. Çünkü sofray-ı ilâhiden bu çıkar. Fahr-i Kâinat Efendimiz’in bir hadisi şerifinde “Kaderde en çok tasarruf ettiğim müminle müminenin evlenmeleridir” buyuruyor yani bu kaderin üzerinde ben varım diyor. Onun için mutlaka aşk-ı mecâzi teşekkül ediyor. Teşekkül etmesinin sebebi nedir? Nikâh. Nikâhta keramet vardır diyor. Ye, iç ondan sonra fitil gibi sarhoş ol balolar yap, evlen. Hiçbir dini yanı olmayan bir evlilik yap. Ondan sonra keramet tutmadı de ertesi gün birbirimizi sevmedik. Böyle yanlış yargılarla gerçek kaybolmaz. Mutlaka ve mutlaka nikâhın kerameti vardır. Ve aşk-ı meâziyi mutlaka verir. Eğer verdiği bu aşk-ı mecâzinin devamını istiyorsak zaman dini nikâh kurallarını uygulamamız yani o kurallara sadık kalmamız lazım gelir. Çünkü İslâm nikâhının hiçbir müessesede olmayan fevkalade müthiş etkili bir yanı vardır.
Şimdi ben size bir misal vereceğim. Geçmişimiz bir bakın. Dedelerimize, ninelerimize, bunca evlilik olmuştur, ayrılanların sayısı parmakla gösterilecek kadar azdır. Kaldı ki İslâm nikâhı boşanmayı fevkalade kolaylaştırmış hatta tabii hadise olarak ilan etmiştir. Böyle olmasına rağmen boşananlar azdır. İşte bu boşananların fazla olmasının nedeni aslında nikâhtaki kerametten gelir.
Alıntı.