“Ben gizli bir hazineydim. Bilinmek istedim, aşkımdan Habîbim’i yarattım. O’nun aşkından da bütün kainatı yarattım.”
Allah celle celaluhu Habîbi’ni kendisini tanıması için yarattığı gibi, bütün mahlukatını da hem kendisini hem de Habîbi’ni tanımaları için yaratmıştır.
Tanımanın evvel emirde ilk basamağı, bilmekten geçmektedir. Bildikçe sevgi, sevdikçe de yakınlık artacaktır. Bu yakınlık öyle bir safhaya gelecektir ki, sevilende yok olma hâli tahakkuk edecektir. Bundan sonra ise seven değil, sevilenden başka ortada bir şey kalmayacaktır.
Bir şeyi hakikatiyle bilmeden bildirmek, bildirmek istediğimiz şeyi eksik ve kemâlinden uzak bir hâlde bildirmemize neden olmaktadır. Hele de son ve Hakk katında tek razı olunan din olan İslâm’ın önderi, Peygamberler Sultanı Hazreti Muhammed Mustafa (s.a.s.)’yı kâmilen bilmeden, tanımadan, sevmeden O’nu ve dinini Allah’ın murat ettiği hâl üzere anlamak ve anlatmak imkansızdır. Evet, bu durum çok daha nazik bir hâl arz etmektedir.
Dini, Peygamberler Sertacı’nı (s.a.s.) anlatmaya talip olanlar, neye talip olduklarının bilincinde olmalılar. En önemlisi de yaşayışlarını bu bilinç doğrultusunda düzenlemelidirler. Onu anlatırken, O’ndan bahsederken süslü kelimeler kullanmaya özen göstermekle birlikte, O’nun yaşantısını hayatımıza geçirirken aynı özen ve hassasiyetten uzak bir hâl yaşamak bu uğurda gayret gösterenler için büyük bir gaflettir.
Kendi nefisine faydası olmayan bir bilginin başkaları üzerinde ne kadar tesiri olabilir ki? Bu uğurda gayret gösterenler, öncelikle Rasûlullah’ın hayatıyla kendi hayatlarını karşılaştırarak gözden geçirmeli, eksikleri telafi etmeli ve mutlaka kendi hevâ ve heveslerini terk edip Rasûlullah’ın istek ve arzularına, o güzel ahlâkına kayıtsız şartsız teslim olmalı, boyun bükmelidir. Böyle olmazsa istikamet üzere bir sevgi, istikamet üzere bir hayat yakalamamız mümkün değildir. Ortadan olan kuru bir iddiadan ve hesabı ağır bir ameliyeden başka bir şey değildir.
Rasûlullah (s.a.s.)’in arzu ve isteklerinde Allah’ın rızası ve dinin ihyası varken, bunun aksine kendi arzu ve isteklerimizle hareket etmemizde nefsimizin ihyası vardır. Allah (c.c.), Habîbi’ne tabi olarak ve kendi yüce rızasını gözeterek yapılan işlere rahmet nazarıyla tecelli eder. Onlarda bereket halk eder ki, ancak menşei, itaatı Rasûlullah ve ihyâ-ı sünnet olan işlerin dünya ve ahiret bereketi olacaktır.
Dinimizi aldığımız kişilere dikkat etmemiz gerekir. Dini istikamet üzere olmayan bir kalpten din öğrenilmez. Allah ve Rasûlü’nün yolundan gitmeyenden din öğrenilmez. Hikmet sözünü kendisine kılıf, örtü yapmış, haramlarla iştigal edenden kişilerden din öğrenilmez. Dünya ve ahretinizi mahvedecek değil, mamur edecek insanlarla oturup kalkmamız gerekir.
Gönlü peygamber aşkıyla dolu olan bir gönülden ancak peygamberî ahlâkın güzellikleri talim edilir. Bu güzellik, o irfan ve ihlâs sahibi gönüldeki sevginin itaat olarak dışa yansımasıdır.
Rasûlullah’ın sünnetlerini hayatında canlı tutanlar, Sevgili Peygamberimizin sevgisini gönüllerinde canlı tutanlardır. Rasûlullah’ın sünnetinden uzak bir hayat yaşayanlar, O’nun sevgisinden de uzaktırlar. Dilleri ne söylerse söylesin, gönüllere bu sözleri tesir etmez.
Doğduğu günden itibaren ümmeti için göz yaşı döken Peygamber Efendimiz (s.a.s.) için, O’nun sevgisinden iki damla gözyaşı akıtabildik mi? Dilimizdeki samimiyet sözlerini acaba göz yaşlarımız doğruluyor mu? ‘Yâ Rabbi! Habîbin’i bizlere nasip ettiğin için sana sonsuz hamdolsun’ diyerek dua edip kirpiklerimizi ıslatabildik mi? Bu sevgilerle ıslatılan gözlerin cehenneme haram kılındığını hiç düşündük mü? Gelin bunları şu gönlerinde hâlimizi yeniden gözden geçirelim, eksiklerimizi düşünelim ve onların telafisi için gayrette bulunalım.
Sanır ki benim sevdam dağlar kadar yücedir.
Hani sevgiliye uyan haller sen de nerdedir?
Uymadan Rasûl’e, sevgi iddia etmek bî edeptir.
Sahabe-yi Kiram, bizim için en güzel örnektir.
Gönlü sevgi ile dolan insanların pınarlarından sevgi akar. O gönle mûtî olanlar, kana kana bu sevgiden tadar. Sevmeyen sevdiremez, bilmeyen bildiremez, yanmayan yandıramaz sözü, böylece hakikat olarak ortaya çıkar.
Allah’ım! Gönüllerimizi, Sen’i ve Rasûlün’ü seven gönüllerle ünsiyet ettir. Taklîdî olarak değil, tahkîkî olarak Sana ve Rasûlün’e uymayı nasip et bizlere.
Mehmet YALÇIN
AMİN .