II. Hz. Peygamber Nezdinde Ehl-i Beytinin Yeri ve Önemi Hz. Peygamber de Ehl-i beytini sevmiştir. Onların üzerine titremiştir. "Ey iman edenler gerek kendinizi ve gerek ehlinizi/ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakacağı insanla taştır" âyeti mûcibince o da ailesinin dünya ve âhiret mutluluğuna erişmesi için onları daima gözetmiş, muhafaza etmiştir.Hz. Peygamber kendisine vahyolunması sebebiyle diğer insanlardan farklı olsa da, beşer vasfına binâen herkes gibi yaşamıştır. O (sav) da bir eş, bir baba ve bir dede olarak ailesinin bir ferdi olmuştur. Tabii ki onun bir peygamber olması ve son dîni tebliğ etmesi bütün bu gelişmelerin merkezinde olan ailesini de doğrudan etkilemiştir.
Hz. Peygamber için ailesi son derece önemli olmuştur.
Tevhîde ilk olarak onlar şehâdet getirmişler, onun peygamberliğine ilk andan itibaren gözlerini kırpmadan iman etmişler, İslâmiyet'in tebliği safhasında da ilk günden itibaren Hz. Peygamberi korkusuzca desteklemişler ve himâye etmişlerdir.
Emir ve yasakları, sorgulamadan uygulamışlardır.
Peygamber ailesi olmanın getirdiği sorumluluğu taşımışlar, örnek olmuşlardır.
Cebrâil, onlar hakkında vahiy getirmiştir.
Peygamber nasıl yaşıyorsa ve onların nasıl yaşamalarını istiyorsa öyle yaşamaya âzamî ölçüde gayret etmişlerdir.
Peygamber uygulamalarını hıfzetmişler ve bu uygulamaları nakletmişlerdir.
Ve her şeyden önemlisi eşleri, babaları olan Peygamberlerini canlarından azîz bilmişler ve sevmişlerdir.
Hz. Peygamber de Ehl-i beytini sevmiştir. Onların üzerine titremiştir. "Ey iman edenler gerek kendinizi ve gerek ehlinizi/ailelerinizi öyle bir ateşten koruyun ki onun yakacağı insanla taştır" âyeti
1 mûcibince o da ailesinin dünya ve âhiret mutluluğuna erişmesi için onları daima gözetmiş, muhafaza etmiştir.
Ehl-i beyt fertlerinden her birinin Hz. Peygamber nezdinde hususî yerleri olduğunda şüphe yoktur. Ehl-i beyt mensuplarının her biri de yüksek ahlâkî meziyetlere sahip şahsiyetlerdi. Onların seçkin konumlarına işaret eden âyet ve Peygamber sözleri mevcuttur.
Son günleri yaklaşan Hz. Peygamber, gözünden sakındığı Ehl-i beytini Ashâbına ve dolayısıyla da ümmetine emanet etmiştir. Sekaleyn hadisi olarak meşhur olan bu rivayete mesned olan günde Hz. Peygamber, kendisinden sonraya iki şey bıraktığını, bunlardan birinin Kur'ân-ı Kerîm, diğerinin ıtresi, yani Ehl-i beyti olduğunu bildirmiştir.Bilhassa Hz. Peygamberin Ehl-i beytinden olan hanımlarının konumu Kur'ân-ı Kerîm tarafından belirlenmiştir. Onlar diğer hanımlar gibi değillerdir: "Ey Peygamber hanımları! Siz, kadınlardan herhangi biri gibi değilsiniz!"
2 ve onlar mü'minlerin anneleridir: "Peygamber, mü'minlere kendi canlarından üstündür. Eşleri, onların analarıdır."
3 Mü'minlerin anneleri olmaları hasebiyle de, Hz. Peygamberden sonra bir başkası onlarla evlenemez: "Sizin Allah'ın Rasûlünü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikâhlamanız asla câiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük günahtır.
4" Mü'minler bu minval üzere hareket ederek Ezvâc-i tâhirâtı baş tacı etmişler ve Hz. Peygamberle birlikte anılarını yaşatmışlar, onlara sevgi ve saygı göstermede kusur etmemişlerdir.
Ehl-i beytin diğer fertlerinden Hz. Fâtıma, Hz. Ali, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e gelince, Hz. Peygamber onlara karşı bir başka yakınlık duymuş ve çeşitli vesilelerle bu muhabbeti lisâna getirmiştir. Hz. Fâtıma ve Hz. Ali irtihâline kadar onun yuvasından hiç ayrılmaksızın Hz. Peygamberle ömür sürmüş yegâne kişiler olmuşlardır. Onlardan Hz. Peygamberi üzecek hiçbir davranış sâdır olmamıştır. Her biri hakkında Hz. Peygamberin hususî iltifatları mevcuttur.
Hz. Peygamber kızı Fâtıma'nın kendisinden bir parça olduğunu, onu üzen şeyin kendisini de üzeceğini söylemiştir: "....Kızım Fâtıma ancak benden bir parçadır. Ona şüphe veren şey beni de şüphelendirir, onu üzen şey beni de üzer".
5 Onu cennette ve dünyada mü'min kadınların seyyidesi olarak tavsîf etmiştir.
6 İrtihâlinden sonra kendisine ilk kavuşacak olan kişinin o olduğunu söylemesi ise kızını ziyâdesiyle sevindirmiştir.
7 Aynı şekilde Hz. Peygamber, torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'e olan muhabbetini alenen ve defaatle ifade etmiştir. Hasan ve Hüseyin'i cennet gençlerinin efendileri olarak tanımlamıştır.
8 Onları sevdiğini beyan ederek, Allah'tan da onları sevmesini ve onları sevenleri sevmesini niyâz etmiştir.
9 Cenâb-ı Peygamberin "Onlar benim dünyadan (öpüp kokladığım) iki reyhânımdır" hadîsi de, torunlarına duyduğu sevginin bir ifadesidir.
Hz. Ali'nin Hz. Peygamber yanındaki makbûliyeti ve rüçhâniyeti ise gıpta edilecek bir mertebede olmuştur. Hz. Ali, Hz. Peygamberin amcasının oğlu, kardeşleştirme esnasında kendisine seçtiği kardeşi ve aynı zamanda damadı idi. Tebük savaşında Medîne'de bırakılışına üzülen Hz. Ali, Hz. Peygamber tarafından "Senin benim yanımdaki konumun, Hârûn'un Mûsâ'nın yanındaki durumu gibidir, ancak benden sonra peygamber yoktur" sözleriyle teselli edilmiştir.
Son günleri yaklaşan Hz. Peygamber, gözünden sakındığı Ehl-i beytini Ashâbına ve dolayısıyla da ümmetine emanet etmiştir. Sekaleyn hadisi olarak meşhur olan bu rivayete mesned olan günde Hz. Peygamber, kendisinden sonraya iki şey bıraktığını, bunlardan birinin Kur'ân-ı Kerîm, diğerinin ıtresi, yani Ehl-i beyti olduğunu bildirmiştir. Bu ikisinin havuz başında kendisine ulaşıncaya kadar birbirinden ayrılmayacağını, ümmetinin bu ikisine yapışıp, sıkıca sarılmaları hâlinde ebedî olarak sapmayıp dalâlete düşmeyeceklerini ifade buyurmuştur. Burada Ehl-i beytini Kur'an'dan ayrılmayan bir çizgi olarak tavsîf etmiştir. Ve "Ehl-i beytim hakkında size Allah'ı hatırlatıyorum", ifadesiyle de bu emanetine sadakat gösterilmesini vasiyet etmiştir.
10 Müslümanların kabûlüne göre Ehl-i beyt sevgisi Peygamber sevgisinin bir parçasıdır. Nitekim Peygamber Efendimizin, Ashâbından kendisini sevmelerine binâen Ehl-i beytini sevmelerini istemesi bu anlayışın bir senedidir: "Size nimetlerinden bahşettiği için Allah'ı seviniz; Allah sevgisiyle beni seviniz ve benim sevgimle Ehl-i beytimi seviniz". Biz bu emanetten, Hz. Peygamberin azîz hatırasına saygı olarak onun Ehl-i beytini muhabbetle benimsemeyi, onların Kur'an ahlâkını aksettiren şahsiyetlerini örnek almayı ve toplum içinde hukuklarını muhafaza etmeyi anlıyoruz. Zira Ehl-i beyt mensupları da tıpkı Ashâb-ı kirâm gibi sünnet-i Nebeviyye'nin uygulayıcıları ve aktarıcılarıdır.
Bilindiği üzere Peygamber Efendimizin ümmetine bir emaneti de salâvat-ı şerîfe ile kendisine duâ edilmesi, böylece şânının yüceltilmesidir. Nitekim Allah ve melekleri ona salât ve selâm etmektedirler. Allah mü'minlere seslenerek, onların da Nebîsine salât ve selam getirmelerini istemiştir: "Allah ve melekleri Nebî (Muhammed)'e çok salât ederler; ey inananlar, siz de ona salât edin. Ona tam bir teslimiyetle selâm verin".
11 Ahzâb sûresinin bu âyeti nâzil olduğunda Ashâb ona nasıl salât edebileceklerini Hz. Peygambere suâl etmişlerdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz onlara, bizlerin Salli-Bârik duâları olarak bildiğimiz salavât-ı şerîfeleri öğretmiştir. Bu salavatlarda, tıpkı İbrâhim (a.s.)'ın âline olduğuna gibi Peygamber Efendimizin de âline duâ edilmektedir.
12 Ve bu salavatlar asırlardır mü'minlerin günde beş vakit ibadetlerinde zikirleri olmuş ve onların Peygamber ve ailesine bağlılıklarını canlı tutmuştur.
Müslümanların kabûlüne göre Ehl-i beyt sevgisi Peygamber sevgisinin bir parçasıdır. Nitekim Peygamber Efendimizin, Ashâbından kendisini sevmelerine binâen Ehl-i beytini sevmelerini istemesi bu anlayışın bir senedidir: "Size nimetlerinden bahşettiği için Allah'ı seviniz; Allah sevgisiyle beni seviniz ve benim sevgimle Ehl-i beytimi seviniz".
13 Buhârî şârihi Aynî, Âl-i Rasûl muhabbetini, Ashâb sevgisiyle birlikte, imanın şûbeleri arasında sayarak Ehl-i beyt sevgisinin derecesini ve ehemmiyetini tartışmasız bir şekilde ortaya koymuş ve bu sevginin aynı zamanda imanımızın kemâlini tevlîd eden bir unsur olduğunu bildirmiştir.
14