Yeni bir işyeri açmışsın. Hayırlı, mübarek olsun.
Heyecanını anlıyor, sevincini paylaşıyorum. Seninle paylaşmak istediğim başka şeyler de var. Umarım ki, sen de beni anlarsın.
“Hayırlı olsun” demek kolay. Ama “hayırlı kılmak” o kadar kolay değil. Mübarek olsun demek kolay. Ama berekete nail olmak o kadar kolay değil. Çünkü, parçada nice hayır görünen şeyler vardır ki, onu bütün içindeki yerine yerleştirince hiç de hayır olmadığı görülür. Neden mübarek değil, işte o zaman anlaşılır.
Sen sen ol, parçaya bütünden kopuk değer biçme. Başı gövdeden ayırırsan, ne başın ne gövdenin değeri kalır. Parçayı ait olduğu bütün içinde değerlendir. Gerçek hayır o zaman tecelli edecektir. O zaman mübarek olacaktır. Çünkü her parça bereketini bütünden alır.
Bir de parçayı ait olduğu yere koy da seyret. O zaman duyduğun heyecan, daha farklı bir heyecan olacaktır. “Allah’ın gör dediği yer” işte orasıdır.
Oradan bakarsan, “Ne varlığa sevinirim / Ne yokluğa yerinirim” sırrına erersin.
Oradan bakarsan, “Ey Şamlılar! Sizin taptığınız ayağımın altındadır!” diye haykıran adamı yüreğinde duyarsın. Orayı kazınca, ne çıkacağını bilirsin.
Oradan bakarsan, “elin kârda gönlün Yârda” olur. Bilirsin ki, gönlünü da kâra kaptırırsan Yâra bir şey kalmaz.
Oradan bakarsan, elini kaldırır “Ya Rab! Elimizde çok eyle, gönlümüzde yok eyle!” diye niyaz edersin.
Dostum!
Unutma, dünyalık bir okyanus, sense bu okyanusta bir gemisin. Yol hayattır. Yolunu yitiren hayatını yitirir. Yolunu bulan hayatını bulur. Geminin yolu sudur. Su geminin dışında durdukça gemi yol alır. Bu saadettir. Su geminin içine girerse, gemi batar. Bu felakettir.
Sen hiç atını sırtında taşıyan süvari gördün mü dostum? Görsen ne derdin? Sırtta taşınan at, süvarisine ne hayır getirir?
Etrafına bak! Ne kadar malını sırtında taşıyan adam varsa, işte onlar atını sırtında taşıyan süvarilerdir.
Atın yağız olsun. Atın küheylan olsun. Koşumları atlastan, üzengisi altından olsun. Fakat sen sırtında ol. O sana binmesin, sen ona bin.
Hayırlı mal, sahibinin sırtına bindiği maldır. Onu menziline ulaştıran bir binektir. Sahibinin sırtına binen mal asla hayır getirmez. Çünkü artık “sahip” ile “mal” yer değiştirmiştir. Mal onun sahibidir. Mal onu istediği yere sürer. Mal ona gem vurur. Mal onun süvarisi olur ve istediği yere sürer götürür.
Malı süvarisi olan neyin sahibidir dostum? Tut ki dünyalar onun olsun. Fakat karşılığında kendisini vermişse, neyi elde etmiştir?
Söyler misin, böyle bir alışverişten kazançlı çıkmak mümkün müdür? Kendinizi vererek aldığınız hiçbir şeyden kârlı çıkamazsınız. Ortada “benim” diyecek biri kalmamıştır ki, “sahip” olmaktan söz etsin.
Kendini kaybeden, neyi kazanabilir ki?
Dostum, kendine mukayyet ol. Mukayyet ol ki; deniz gemisiz, gemi kaptansız, kaptan rotasız kalmasın. Yol yolcusuz, yolcu yolsuz, at süvarisiz kalmasın.
Hz. Süleyman’la Karun’u ayıran çizgi budur işte. Fakat Süleyman atına kendisini taşıttıran süvariydi, Karun atını sırtında taşıyan süvari.
Dostum, şu Kur’anî duaya yürekten amin de: “Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver ahirette de; ve bizi (elimizle yaktığımız) ateşin azabından koru!” (2.201)
@ ÏÏğ<(¬D
ARİF ÇEVİKEL(Makaleler)