Abdullah bin Zübeyr, Medîne’de muhâcirlerden ilk dünyaya gelen çocuktur. Hicretten yirmi ay sonra 622’ de Medîne yakınındaki Kubâ’da dünyaya gelince, Muhâcirler çok sevinip rahatladılar. Çünkü Yahûdîler, “Biz muhâcirlere sihir yaptık, çocukları olmayacak” diyorlardı.
Bu mübârek zâtın doğumu, Yahûdîlerin yalanlarının ortaya çıkmasına sebep oldu. Resûlullah efendimiz ona duâ edip, ismini “Abdullah”, künyesini de “Ebû Bekir” koydu. Diğer künyesi “Ebû Hubeyb” idi.
İsmini Resûlulla koydu
Hişâm bin Urve şöyle anlatmıştır:
“Abdullah bin Zübeyr dünyaya gelince, annesi daha onu hiç emzirmeden, doğruca Resûlullah efendimize götürdü. Peygamber efendimiz çocuğu kucağına alıp ismini koydu ve duâ etti.”
Yedi yaşında iken babası tarafından Peygamberimize getirildiğinde, Ona bî’at etme şerefine kavuştu. Böylece sahâbeden olma şerefine nâil oldu.
Hz. Ebû Bekir devrinden sonra yavaş yavaş çocukluk hayâtından çıkarak, Hz. Ömer zamanında kendini göstermeye başladı. 636 senesinde oniki yaşlarında iken, babası ile Yermük savaşına gitti. Yine dört sene sonra, babası ile birlikte Amr bin Âs’ın kumandanlığında Mısır’ın fethine katıldı.
Abdullah bin Zübeyr, gündüzleri oruç tutar, gecelerini de namaz kılarak geçirirdi. Çok namaz kılması sebebiyle, kendisine Mescid güvercini denmiştir. Birkaç gün bir şey yemediği olurdu. Çok cesûr, kuvvetli ve kahraman idi.
Abdullah bin Zübeyr, hicretin 30. senesinde Sa’îd bin Âs kumandasındaki ordu ile Horasan seferinde bulundu.
Aynı sene Hz. Osman tarafından Kur’ân-ı kerîmin nüshasının çoğaltılması için toplanan ilmî hey’ete da’vet edildi. Hz. Osman şehîd edilmeden önce, bütün gücüyle fitnecilerle mücâdele etti. Cemel vak’asında babası ile beraber bulundu.
Hz. Ebû Bekir'e benzerdi
Abdullah bin Zübeyr, şecâat ve cesâretiyle birlikte çok ibâdet ederdi. Namazda o kadar huzura dalardı ki, ta’rîfi mümkün değildir. Babası onun hakkında; “İnsanların Ebû Bekr-i Sıddîk’a en çok benzeyeni” buyurmuştur.
Eshâb-ı kirâmın fıkıh, tefsîr ve hadîs âlimlerinden biri olan Abdullah bin Zübeyr hazretleri, Resûlullah efendimizden bizzat işiterek hadîs-i şerîf rivâyet ettiği gibi, babasından, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman’dan, teyzesi Hz. Âişe’den, Hz. Ali gibi Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerinden de hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir.
Onun bildirdiği otuzüç hadîs-i şerîfin tamamı Ahmed bin Hanbel’in Müsned adlı kitabında yer almıştır. İslâmiyette ilk olarak yuvarlak gümüş parayı Mekke-i mükerremede bastıran odur.
Bir gün hak yoldan ayrılan hâricîlerden bir grup, Abdullah bin Zübeyr hazretlerinin huzûruna giderek dediler ki:
- Senin görüşünü öğrenmek için geldik. Eğer doğru, ya’nî bizim gibi düşünüyorsan, seninle birlikte oluruz. Yoksa, seni bu i’tikâdını bırakmaya da’vet ederiz.
Sonra da şöyle sordular:
- Şeyhayn, ya’nî Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer hakkında ne dersin?
Sadece hayır söylerim
Abdullah bin Zübeyr hazretleri, onların sorularına şöyle cevap verdi:
- Onlar hakkında sâdece hayır söylerim.
Hâricîler bunun üzerine,
- Peki Osman hakkında ne diyorsun? diye sordular. Sonra da Hz. Osman’ın şânına lâyık olmayan ithâmlarda bulundular.
Daha sonra; babası Zübeyr ve Talha hakkında da ileri geri konuştular.
Onların bu konuşmaları üzerine, Abdullah bin Zübeyr hazretleri dedi ki:
- Sizin o büyükler hakkında böyle konuşmanız, aslâ doğru değildir. Çünkü Allahü teâlâ, Mûsâ aleyhisselâm ile kardeşi Hârûn aleyhisselâmı, en azılı kâfirlerden olup ilâhlık dâvâsında bulunan Fir’avn’a gönderirken, gâyet yumuşak konuşmalarını emretti.
Bu husûs Kur’ân-ı kerîmde şöyle bildirilmektedir:
(İkiniz (Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâm) Fir’avn’a gidin! Çünkü o, ilâhlık iddiâsında bulunmakla hakîkaten pek azgınlık etti. Ona yumuşak muâmelede bulunun! Yumuşak söz söyleyin! Olur ki, nasîhat dinler, yahut Allahü teâlânın azâbından korkar.) [Tâhâ: 43, 44]
Resûlullah efendimiz de bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyurmaktadır:
(Ölmüş kimselere sövmek veya dil uzatmak sûretiyle dirilere eziyet etmeyiniz!)
Günâh olarak kâfi idi
Bunun için Resûlullah efendimiz, İkrime bin Ebî Cehil’e eziyet vermemek, onu üzmemek için babası Ebû Cehil’e sövmeyi, la’net etmeyi yasaklamıştır.
Hâlbuki, Ebû Cehil, Allahü teâlânın ve Resûlünün düşmanı idi. Hicretten önce, Resûlullah efendimize buğz ve düşmanlık etmiş, hicretten sonra da savaşta bulunmuştu.
Hepsi bir tarafa, azılı bir müşrik olması günâh olarak ona kâfi idi. Kâfir olduğu hâlde, la’netlenmesine izin verilmemesi; babama, arkadaşı Hz. Talha’ya ve diğer Eshâba söylediğiniz sözlerden vazgeçmeniz için yeterli bir sebeptir.
Bu ma’kûl sözlere verecek cevap bulamayan Hâricîler yanından ayrıldılar.
Hâricîler, ertesi gün tekrar geldiler. Abdullah bin Zübeyr gelip, yüksekçe bir yere oturdu. Allahü teâlâya hamd ve Resûlüne salât ve selâm getirdi. Sonra Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’den çok güzel bahsetti. Hz. Osman’ın hilâfetiyle ilgili olarak da şunları söyledi:
- Hz. Osman bin Affân’ın durumunu bugün benden daha iyi bilen hiç kimse yoktur. Hakem bin Âs’ı Resûlullah efendimizin mübârek izinleri ile Medîne-i münevvereye kabûl etmiştir. Yaptığı işlerde faydalar var idi.
Hz. Osman yazmadı
Daha sonra Abdullah bin Zübeyr, Mısırlıların ele geçirip getirdiği, içinde ba’zı kimselerin öldürülmesi emredilen mektubu, onun yazmadığını belirtip şöyle dedi:
- Bunu Hz. Osman yazmadı. Dilerseniz, onun yazdığına dâir delîlinizi getiriniz, delîliniz yoksa ben size onun yazmadığına yemîn edeyim. Allahü teâlâ yemînin kabûl edilmesini emrediyor. Hele Resûlullahın dâmâdı, imâmetteki vekîli, onun sebebiyle ağaç altında Bî’at-ı Rıdvân’ın yapıldığı Hz. Osman’ın yazmadığına dâir yemîni, elbette kabûl etmek lâzımdır. Ancak hak olan bir şeye yemîn edilir. Resûlullah efendimiz buyuruyor ki:
(Kim Allahü teâlâya yemîn ederse, tasdîk edilsin! Yemîn edilen kimse de râzı olsun.)
Hz. Osman, Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer gibi mü’minlerin emîridir. Ben onu sevenin dostu, ona düşman olanın düşmanıyım. Babam ve arkadaşı Hz. Talha, Resûlullah efendimizin iki sahâbîsidir.
Hz. Talha’nın Uhud muhârebesinde parmağı kesilince, Resûlullah efendimiz;
(Parmağı Talha’dan önce Cennet’e girdi) ve, (Talha, Cennet’e girmesine vesîle olacak bir iş yaptı) buyurdu.
Hz. Ebû Bekir, Uhud harbinden bahsedilince, “Uhud harbinin hepsi veya çoğu Talha’ya âittir” buyurdu.
Allahü teâlâ râzı oldu
Babam Zübeyr bin Avvâm’a gelince, O Resûlullah efendimizin havârîsidir. Resûlullah efendimiz onu bu sıfatla zikretmişler, Talha ile beraber Cennetlik olduğunu bildirmişlerdir. Nitekim Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde meâlen şöyle buyurdu:
(Sana, ağaç altında ellerini uzatarak söz verenlerden Allahü teâlâ râzı oldu. Hepsini sevdi.) [Feth: 18]
Ayrıca, onların, Allahü teâlânın ve Resûlünün gadabına uğradıklarına dâir bir haber bize ulaşmadı.
Onların hak olarak yaptıklarına gelince, onlar zâten buna lâyıktırlar. Şâyet onlarda bir zelle sürçme meydana gelmişse, o sürçmeyi, onların Resûlullaha yaptıkları hizmetlerin hürmetine gidermek, Allahü teâlânın affındandır.
Hâricîler bu sözler karşısında da verecek cevap bulamadılar ve dönüp gittiler.
Abdullah bin Zübeyr 649 senesinde, Abdullah bin Sa’d ile Afrikıyye harbine katıldı. Yüzyirmi bin düşman askeri ile yirmi bin İslâm mücâhidi savaşırken, o birkaç mücâhid ile Bizans ordusu kumandanı, Roma asilzâdesi Gregorius’u öldürdü. Bu başarısı üzerine düşman kuvvetleri bozuldu. Zaferin kazanılmasında mühim bir rol oynadı.
Fethi anlatacaktır
Abdullah bin Zübeyr, Afrikıyye’nin fethinden döndükten sonra, Hz. Osman’ın huzûruna gidip, ona fethin nasıl gerçekleştiğini anlattı. Hz. Osman mescidde kalkıp, cemâ’ate şöyle hitâb etti:
- Ey mü’minler! Allahü teâlâ Afrikıyye’nin fethini nasîb ve müyesser eyledi. İşte bu Abdullah bin Zübeyr’dir. Şimdi size Afrikıyye’nin fethini anlatacaktır.
Bunun üzerine Abdullah bin Zübeyr, minberin yanında olduğu yerden ayağa kalkıp, cemâ’ate, Afrikıyye’nin fethinin nasıl gerçekleştiğini anlatmaya başladı:
“Ey mü’minler! Kalblerimizi birleştiren, birbirimizi sevdiren ve ni’metleri aslâ inkâr olunamayan, Allahü teâlâya, bildirdiği şekilde hamdolsun. Yine Allahü teâlâya hamdolsun ki, Muhammed aleyhisselâmı seçip, vahyini Ona emânet etti. Kur’ân-ı kerîmi gönderdi.
Muhammed aleyhisselâma insanlardan yardımcılar seçti. Ona îmân ettiler; hürmet ve ta’zîmde bulundular. Allahü teâlânın dîni uğrunda hakkıyla cihâd ettiler. Bir kısmı bu hak yol olan İslâmda, Allah yolunda şehîd düştüler. Geride kalanları ise, Allahü teâlânın rızâsını kazanmak için çalışmaktadırlar. Kınayanların kınamaları, onları bu yoldan aslâ çevirememektedir.
Ey insanlar! Allahü teâlâ size merhamet eylesin! Biz, bildiğiniz ve anlattığım bu maksatla cihâda çıkmıştık. Emîr-el-mü’minîn’in tavsiyelerine ve emîrlerine titizlik ile uyan bir vâli ile beraber idik. Sabah-akşam o da bizimle beraber yürüyor, öğle vaktinde bizimle konaklıyordu. Geceleyin yola devam edip, kurak yerlerde durmadan acele geçiyor, bereketli ve bolluk yerlerde oldukça fazla kalıyorduk.
İslâma da'vet ettik
Afrikıyye’ye varıncaya kadar, Rabbimizin ihsân buyurduğu en güzel hâl üzere yolumuza devam ettik. Nihâyet at kişnemelerini, deve böğürtülerini düşmanlarımızın duyacağı bir yere konduk. Birkaç gün orada ikâmet ettik. Bu sırada, atlarımızı istirahata bıraktık. Silâhlarımızı harbe hazırladık.
Sonra Afrikıyyelileri İslâma da’vet ettik. Fakat onlar Müslüman olmaya yanaşmadılar. Bunun üzerine, sulh ve zillet içinde kalmaları için onlardan cizye istedik. Bu teklîfimize ise hiç yanaşmadılar.
Onların karşısında onüç gece bekledik. Bu arada, elçilerimiz gidip geldi. Nihâyet teklîflerimizi kabûl etmeyeceklerine iyice kanâat getirince, komutanımız kalkıp, Allahü teâlâya hamd ve senâ etti. Sonra cihâdın fazîletini anlattı. Sabredip Allah için cihâd edenlerin kavuşacakları sevâbdan bahsetti. Sonra hep birden düşman üzerine hücûm edip, savaşa başladık.
Düşmanla karşılaştığımız ilk gün pek şiddetli bir muhârebe oldu. İki taraf da çok çetin savaştı. Düşmandan pek çok kimse öldüğü gibi, bizden de pek çok kimse şehîd düştü. O gece, her iki taraf da savaş meydanında geceledi.
Zafer ihsân etti
Biz Müslümanların bulunduğu yerden, Kur’ân-ı kerîm okuyanların sesleri yükseliyordu. Düşman ise, içki içerek ve eğlence içinde geceyi geçirdi. Sabah olunca, biz önceki günkü gibi yerlerimizi aldık ve düşman üzerine hücûm ettik.
Allahü teâlâ bize sabır, yardım ve zafer ihsân etti. İkinci gün akşama doğru Allahü teâlâ bize Afrikıyye’yi fethetmek nasîb eyledi. Pek çok ganîmet elde ettik. Mervân bin Hakem, bu ganîmetlerin beştebirini devletin hazînesine koydu.
Müslümanların yanından, onları sevinçli bırakarak ayrıldım. Alınan bu ganîmetler, Müslümanları zenginleştirdi. İşte ben, Allahü teâlânın bize nasîb ettiği bu zaferi, şirkin uğradığı bu hezîmeti, Emîr-el-mü’minîne ve size müjdelemek için geldim.
Ey Allahın kulları! Verdiği ni’metlerden dolayı ve düşmanlarımıza indirdiği azâbdan dolayı, Allahü teâlâya hamdederiz.”
Abdullah bin Zübeyr, 692 yılında Haccâc tarafından şehîd edildi. Resûlullah efendimiz bu hadîseye işâret ederek Abdullah’a buyurmuştu ki:
- İnsanlardan senin başına neler gelecek biliyor musun? Senden de insanlara çok şey gelecek. Cehennem ateşi seni yakmaz.
Abdullah bin Zübeyr, Eshâb-ı kirâma çok hürmet ederdi. Hattâ babası Zübeyr bin Avvâm’dan naklettiği hadîs-i şerîfte, Resûlullahın şöyle buyurduğunu bildirirdi:
(Herhangi bir memlekette vefât eden Eshâbımdan biri, kıyâmette, mahşer yerine giderlerken, o memleketin Müslümanlarına önder olur ve onların önlerini aydınlatır.)
Abdullah bin Zübeyr, Mekke’de namazlarını Mescid-i Harâm’da kılardı. Buyururdu ki:
“Resûlullahtan işittim. Buyurdu ki:
(Benim mescidimde kılınan namaz, Mescid-i Harâm hariç diğer mescidlerde kılınan namazlardan üstündür. Mescid-i Harâm’da kılınan bir namaz, Mescid-i Nebî’de kılınan 100 namazdan efdaldir, üstündür.)
Kâ'be'ye çok hizmet etti
Abdullah bin Zübeyr, Kâ’be-i muazzamaya çok hizmet etmişti. Daha önce Hz. Ömer halîfe iken, onyedi senesinde, Mescid-i saâdeti genişletirken, Hucre-i saâdetin etrafına kısa bir taş duvar çevirmişti. Abdullah bin Zübeyr bu duvarı yıkıp, siyah taş ile yeniden sağlam yaptırdı. Bu duvarın üstü açık olup, kuzey tarafında bir kapısı vardı.
Abdullah bin Zübeyr’in babası, Aşere-i mübeşşereden, ya’nî Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri olan Zübeyr bin Avvâm, annesi Ebû Bekr-i Sıddîk’ın kızı Esmâ, teyzesi mü’minlerin annesi Âişe-i Sıddîka’dır. Babasının annesi (ninesi) Hz. Safiyye, Resûlullahın halası idi.