Vaktiyle bir derviş, nefisle mücadele makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonra sadeliği seçecektir. .
Saç, sakal, kestirmek üzere berbere gider.
- Vur usturayı berber efendi, der.
Berber dervişin saçlarını kazımaya baslar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır.Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak:
- Kalk bakalım kel, kalk da tıraşımızı olalım, diye
kükrer.
Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi
bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber
mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz.
Kabadayı koltuğa oturur, berber traşa baslar.
Fakat kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar
dervişi, alay eder:
"Kel aşağı, kel yukarı."
Nihayet traş biter, kabadayı dükkandan çıkar. Henüz birkaç
metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan
aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir.
Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı
basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar:
- Biraz ağır olmadı mı derviş efendi?
Derviş mahzun, düşünceli cevap verir:
- Vallahi gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim.
Gel gör ki kelin de bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!..