RavzaGul.com
RavzaGul.com
RavzaGul.com
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

RavzaGul.com


 
KapıAnasayfaGaleriLatest imagesKayıt OlGiriş yap

 

 Habîb-i NeccârKıssası

Aşağa gitmek 
YazarMesaj
AKEVLER[HACER]
Admin
Admin
AKEVLER[HACER]


Mesaj Sayısı : 2365
Yaş : 66
Nerden : izmir
Reputation : 20
Kayıt tarihi : 09/02/10

Habîb-i NeccârKıssası Empty
MesajKonu: Habîb-i NeccârKıssası   Habîb-i NeccârKıssası Icon_minitime07.04.10 11:32

Tevhid'e Dâvet:

Kur'an-ı kerim'de muhtelif vesilelerle
kıssalara yer verilmektedir. Bu kıssaların gaye ve hedefi insanları
imana yöneltmek, inanan insanların imanlarını kuvvetlendirmektir.

Yâsin
sûre-i şerif'inde geçen kıssada kendilerini Hakk'a dâvet için
gönderilmiş olan elçileri Antakya halkının nasıl reddettikleri ve o
elçilerin de kendilerini nasıl savunmuş oldukları anlatılmaktadır:

"Onlara o memleket halkını (Antakyalılar'ı) misal getir. Hani oraya elçiler gelmişlerdi." (Yâsin: 13)

Bu
kıssa, gerek üzerlerine azap sözü hak olanları korkutmak ve gerekse
uyarılara kulak verenleri müjdelemek hususunda Cenâb-ı Peygamber
-sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz'e ve onun güzide ümmetine
vâdedilmiş olan tebşirlerin mühim bir numunesini vermektedir.

İslâm
daima galiptir, mağlup edilemez. Allah-u Teâlâ inananların her zaman
için yanındadır. Dinine yardım edenlere yardım eder, lütfu ile
destekler.

İsa Aleyhisselâm hayatta iken dinini müjdelemek için
zaman zaman çeşitli yerlere dâvetçiler gönderiyordu. Antakya halkını
Tevhid'e dâvet etmek için Havârîler'inden iki kişiyi göndermişti.
Oranın halkı karşı çıkınca arkalarından bir Havârî daha gönderdi.

Allah-u Teâlâ bu hadiseyi şöyle haber veriyor:

"O zaman kendilerine iki elçi göndermiştik de onları yalanlamışlardı." (Yâsin: 14)

Elçiler
onlara gelip kendilerini Hakk'a dâvet ettiklerinde, hiç düşünmedden
reddettiler. Hatta üzerlerine saldırdılar ve hapsettiler.

"Biz de bir üçüncü ile onları takviye edip desteklemiştik." (Yâsin: 14)

Bu üçüncü zât da o halkı aynı surette Tevhid'e dâvet etti. Daha önce gelen iki zâtı teyidde ve tasdikte bulundu.

Bu üç zât Antakya halkına:

"Gerçekten biz size gönderildik demişlerdi." (Yâsin: 14)

Dikkat
edilirse onları görünüşte İsa Aleyhisselâm gönderdi, fakat Hazret-i
Allah "Biz gönderdik." buyuruyor. "Biz gönderdik." buyurulması, İsa
Aleyhisselâm tarafından gönderilmeleri de Allah-u Teâlâ'nın emriyle
olduğundan dolayı olmuş oluyor.

Binaenaleyh, bu gönderilenler
Allah-u Teâlâ'nın emrini tebliğ ediyorsa, gönderilmiş olduğu için,
halkın onlara itaat etmesi gerekiyor.

Onlara isyan eden, gönderene isyan etti demektir. Ahirette de bundan ötürü muhasebeye çekileceği şüphesizdir.

Resul-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif'lerinde buyururlar ki:

"Ümmetimin âlimleri benî İsrail'in peygamberleri gibidir." (K. Hafâ)

Onların vekillerinden murad, kibar-ı evliyâullah'tan olan mürşid-i kâmillerdir. Başkasına şâmil değildir.

Peygamber
Aleyhimüsselâm Hazerâtı ümmetlerini kati delillerle Allah yoluna dâvet
ettikleri gibi, Vâris-i enbiyâ olan ümmetin seçkinleri de halkı Hakk'a
dâvet ederler.

Bir Hadis-i şerif'te şöyle buyurulmaktadır:

"Âlimler peygamberlerin vârisleridir." (Buhârî)

Nübüvvetin üstünde hiçbir rütbe olmayacağına göre, bu rütbeye vâris olmaktan daha büyük şeref tasavvur edilemez.

Allah-u
Teâlâ kimi sevip seçmişse, onu dilediği vazifede memur kılar. Her
birisini ayrı vazifelerle, ayrı bilgilerle, ayrı tecelliyatlarla ayrı
ayrı göndermiştir. Birine verdiğini diğerine vermemiştir.

Dünya
bozulmaya yüz tuttuğu, fitne ve fesadın arttığı bir zamanda Allah-u
Teâlâ sevdiği ve seçtiği bu kullarından birini gönderir, o ifsadı
kaldırır.



Tebliğ ve İtirazlar:

Antakya halkı da bir topluluğa her elçi gelişte tekrarlanan itirazlar gibi, gelen elçilere aynı şekilde karşı koydular.

"Dediler ki: Siz de bizim gibi bir insandan başka bir şey değilsiniz." (Yâsin: 15)

Fazla ne meziyetiniz olabilir ki, öyle bir dâvâda bulunuyorsunuz? Sizde, iddia ettiğiniz elçilik vasfı yoktur.

"Rahman herhangi bir şey indirmedi." (Yâsin: 15)

Size boyun eğmemiz neden gerekli olsun?

"Siz sadece yalan söylüyorsunuz!" (Yâsin: 15)

Bu yalanlama, Allah dâvetçilerini yalanlayan her topluluğun benzer durumudur.

O mübarek elçiler Allah-u Teâlâ'nın bilgisini delil getirdiler.

"Dediler ki: Rabb'imiz biliyor ki gerçekten biz size gönderilmiş elçileriz." (Yâsin: 16)

Eğer
O'na karşı yalan söyleyen kimseler olsaydık, o bizi kahreder, bizden
şiddetle intikam alırdı. Fakat O, bize yardımcı olacak ve size karşı
bizi muzaffer kılacaktır.

"Bize düşen ancak apaçık bir tebliğdir." (Yâsin: 17)

Eğer
siz itaat ederseniz, dünyada da ahirette de bahtiyar olursunuz.
Dâvetimize icâbet etmezseniz, bundan dolayı ne kadar aldanış içerisinde
olduğunuzu ileride bileceksiniz. İster kabul edin ister reddedin.

Şehir halkı güneş gibi parlak delilleri kaba sözlerle çürütmeye yeltendiler.

"Dediler ki: Doğrusu biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık." (Yâsin: 18)

Çünkü
onlar şehvet ve arzularına uygun olan şeyleri temenni ediyorlar, o
arzulara uymayan her şeyi uğursuz sayıyorlardı. Oysa ki uğursuzluk
iliklerine kadar yuvalanmış bulunuyordu da bunu bir türlü
anlayamıyorlardı.

"Eğer bu işten vazgeçmezseniz sizi mutlaka taşlarız ve bizden size acı bir azap dokunur." (Yâsin: 18)

Bâtıla
sapanlar hak söze karşı çıkarak işi kavga ve gürültüye dökmüşlerdi.
Allah yoluna dâvet edenlere karşı zâlimlerin her zaman ve mekânda
takındıkları tavır budur.

"Dediler ki: Uğursuzluğunuz sizin kendinizdendir." (Yâsin: 19)

Başınıza
gelen ve gelecek belâlar, sizin çirkin işlerinizin birer neticesidir,
şirk ve küfrünüzün birer cezasıdır. Uğursuzluğunuzun sebebi biz değil
sizsiniz.

Şu halde herkes uğur yahut uğursuzluğunu kendisi meydana getirir.

"Size nasihat ediliyorsa, bu uğursuzluk mudur?" (Yâsin: 19)

Biz
size nasihatta bulunup Allah'ın birliğine çağırdığımız için mi bu
sözlerle tehdit ediyorsunuz? Bu mudur sizi kurtarmaya çalışmamızın
karşılığı?

"Hayır! Siz aşırı giden bir kavimsiniz." (Yâsin: 19)

Hidâyetten
değil dalâletten hoşlanıyorsunuz. İyiliğinizi değil kötülüğünüzü
istiyorsunuz. Hakkı değil bâtılı tercih ediyorsunuz. Ulvi hayattan
değil süflî hayattan zevk alıyorsunuz.



Habib-i Neccâr:

Antakya
halkı dâvetçileri reddettikleri gibi, öldürmek için söz birliği
ettiler. Bunun üzerine şehrin öte başından Habib-i Neccar adında
inanmış bir kimse alelacele imanını açığa vurdu. Hak ve hakikati ortaya
çıkarmak için çaba sarfetti.

"Şehrin en uzak semtinden bir adam koşarak geldi." (Yâsin: 20)

Öyle
anlaşılıyor ki açık açık tebliğ yapılmış, elçilerin tebliğleri ve
onlara karşı yapılan muamele şehrin her tarafından işitilmişti. Bunun
neticesi olarak da bu iman fedâisi büyük mücahid, iman şerefiyle
müşerref olmuştu. İmanın hakikatini kalbinde hissedince, artık susmaya,
eninde sonunda utanmaya tahammülü kalmamıştı. Duracak zaman olmadığını
anladı, bu hakikati etrafa duyurmak için koştu. İman edenlere numune
olmak üzere bütün gayretiyle sahaya atıldı. Halkı bu gelen elçilere
uymaya teşvik etti, onlara öğütlerde bulundu.

"Dedi ki: Ey kavmim! Gönderilmiş bulunan bu elçilere uyunuz." (Yâsin: 20)

Tebliğleri muvacehesinde Allah'ın birliğini tasdik ederek, O'na ibadet ve taatta bulunun. Putlara tapmaktan vazgeçin.

"Sizden hiçbir ücret istemeyenlere uyunuz." (Yâsin: 21)

İmanınızın
karşılığında sizden hiçbir ücret istemeyen, mal talep etmeyen, dünya
ile ilgili bir menfaat beklemeyen, baş olmak ve başka gaye peşinde
koşmayan bu kimselere tâbi olun.

Böyle bir dâveti yapan kişiler elbette ki doğrudurlar, sözlerinde samimidirler.

Başta
Peygamber Aleyhimüsselâm Efendilerimiz olmak üzere, Allah yoluna dâvet
vazifesini yerine getiren iman kahramanları, ilâhî hoşnutluktan başka
hiç kimseden hiçbir ücret ve herhangi bir karşılık talep etmemişlerdir.

Hakk katındaki ecir ve menfaatı uman kimsenin nazarında, insanların elindeki geçici şeyler hiçbir değer ve kıymet taşımazlar.

Nefsinde
gizliden gizliye karşılık alma isteğinin bulunup bulunmadığına dikkat
eden kimse çok azdır ve bunun uygulamasını yapan da çok nâdirdir. Ancak
sıddîk olanlar bu gibi durumlara dikkat edebilirler.

"Onlar doğru yoldadırlar." (Yâsin: 21)

Din ve dünya hayrına ermişlerdir. Onlara uyan hidâyete erer.

Bu
Âyet-i kerime bir berzahtır. Günümüzdeki bölücüler dini dünyaya âlet
ederek halkı kaz gibi soyuyorlar. Topluluk içinde utandıracak senet
imza ettiriyorlar, evini, arabasını, parasını, elinde avucunda ne varsa
alıyorlar. Bunu her bölücü yapıyor, çünkü hepsi eğri yoldadır.



Habib-i Neccar daha sonra iman edişinin sebeplerinden bahsetmeye başladı:

"Ben, beni yaratana ne diye kulluk etmeyeyim?" (Yâsin: 22)

O
elçiler bizi yaratana kulluk etmeye ve yalnız O'nu mabud tanımaya dâvet
ediyorlar. Bunun doğruluğu ise açıktır. Ben sizi kendim gibi
düşünüyorum. Ben beni yaratana kulluk etmeyi vazifem bilirim. Çünkü O
benim yaratıcımdır. O halde siz, sizi yaratan Rabb'inize ne diye inanıp
ibadet etmeyesiniz?

"Siz de O'na döndürüleceksiniz." (Yâsin: 22)

Yaptıklarınızdan dolayı hesaba tutulacaksınız. O'ndan yüz çevirdiğiniz halde nasıl iyilik bekleyebilirsiniz?

"Ben, O'ndan başka ilâhlar edinir miyim hiç?" (Yâsin: 23)

Elbette edinmem.

"Eğer
Rahman olan Allah bana bir zarar vermek dilerse, o putların şefaatı
bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar." (Yâsin: 23)

Bunu hiç düşünmez misiniz? Ne kadar da kıt akıllısınız!

"O takdirde ben de gerçekten apaçık bir sapıklık içinde olurum." (Yâsin: 24)

Yaratan'a ortak koşmak, hiç şüphe yok ki en büyük sapıklıktır.



Habib-i
Neccar gerek kavmine gerekse geleceğin insanları da dahil olmak üzere
duyuru kabiliyeti olan herkese hitap ederek şöyle buyurdu:

"Şüphesiz ki ben sizin de Rabb'iniz olan Allah'a inandım. O halde beni dinleyin." (Yâsin: 25)

Nitekim onun dünyadaki sözleri insanlar için bir öğüt ve ibret olmak üzere anlatılmıştır.

O,
bu sözleri söyleyince halk üzerine hücum etti. Onu taşa tuttular,
ayaklarının altına alıp çiğnediler. O ise: "Allah'ım! Kavmimi hidâyete
erdir." diye duâ ede ede can verdi.

Bunun üzerine taraf-ı ilâhiden kendisine:

"'Cennete gir!' denildi." (Yâsin: 26)

Allah-u
Teâlâ şehâdetinin hemen ardından onu cennetle müjdeledi. Melekler onu
karşılamak için dizildiler ve: "Firdevs cenneti seni beklemektedir."
diye haber verdiler.

O ise oradaki fevkalâde mükâfatı görünce, kavminin de bu hali bilmesini temenni etti ve şöyle söyledi:

"Keşke kavmim, Rabb'imin beni bağışladığını ve beni ikram edilenlerden kıldığını bilseydi!" (Yâsin: 26-27)

Kendisinin erdiği bahtiyarlığı bilseler de küfürlerine tevbe edip iman ve ibadet yolunu tutsalar.

O gerçekten kavminin hidâyet bulmasını şiddetle arzu etmekteydi.

Allah-u
Teâlâ elçileri yalanlayan, dostunu öldüren o kavme gazap etti. Cebrâil
Aleyhisselâm'ın bir sayhası helâk olmalarına yetti.

Âyet-i kerime'de şöyle buyuruluyor:

"Biz
ondan sonra kavminin üzerine, onları helâk etmek için herhangi bir ordu
indirmedik ve zaten indirecek de değildik." (Yâsin: 28)

Onları helâk etmek için meleklerden ordular göndermeye gerek duymamış, iş daha basit biçimde tamamlanmıştı.

"Sadece bir tek çığlık oldu, o anda hemen sönüverdiler." (Yâsin: 29)

Ateşin sönmesi gibi söndüler, hissetmeyen ve hareket etmeyen ölüler oldular, bir anda yerle bir edildiler.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Habîb-i NeccârKıssası
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
RavzaGul.com :: İSLAM :: Sahabelerimiz-
Buraya geçin: