nurgül Admin
Mesaj Sayısı : 3494 Nerden : İstanbul Reputation : 3 Kayıt tarihi : 04/11/09
| Konu: Hissedilen o ki; Kabrin Başında Üç Meşâyıh Cem Olmuş Sanki Dertleşiyorlardı 23.03.10 2:28 | |
| Hissedilen o ki; Kabrin Başında Üç Meşâyıh Cem Olmuş Sanki Dertleşiyorlardı Hissedilen o ki; Kabrin Başında Üç Meşâyıh Cem Olmuş Sanki Dertleşiyorlardı
28.11.2008 tarihinde Mahmud Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû), Bandırma’da Tekke Camisinin haziresinde medfun bulunan üstadının üstadı Ali Rıza El-Bezzaz (Kuddise Sirruhû)’nun Kabr-i Şeriflerini ziyaret etmek üzere, bir grup ihvanıyla beraber hareket etti. İşrak vakti Yenikapı’dan vapura binildi ve yolculuk duâlarıyla beraber Bandırma’ya doğru yola revan olundu. Bu yolculuk sırasında üstadımız, Kur’an-ı Kerimden; (Mevlâ Teâlâ’nın karada ve denizde biz insanoğlu için binekler yaratarak gezdirdiğini; gemilerde sürurla seyahat ederken fırtınalar kopup dalgalar kabarınca, herkes ağlaya-inleye duâ ederek Allah’a sözler verip, karaya çıktığında ise dünyaya dalarak sözlerini unutan ve isyana dalanların nasıl azaba düçar olduğunu; Allah’ın tüm kullarını Selâm Yurdu olan Cennetine davet ettiğini beyan eden) Yunus Sûresi’nin (22-25) âyet-i kerimelerini okudu. Ardından da: “Ümmetimin En şereflileri, Kur’ân-ı Kerim’i ezberleyen hafızlar ve gecelerini ihya edenlerdir.” (Beyhaki) Hadîs-i şerifini okudu. Yolculuk sırasında Mahmud Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû), Şeyhi Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhû)’nun kendisine hediye etmiş olduğu cübbesini yanında taşıyor, bağrına basıyor, büyük bir ihtiramla onu öpüyordu. Bizlere de örnek ihvan olmanın yollarını hâl ve ahvâliyle gösteriyordu. Bandırma’ya varip Tekke Camiî’ne gittiğimizde, sanki Cennetten bir pencere açılmışta dünyevî boyuta gönderilmiş gibi duran yemyeşil bir Ravza ile karşılaştık, oraya adeta feyiz yağıyordu. Mahmud Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû), teşrif buyurdukları Ali Rıza El-Bezzaz (Kuddise Sirruhû) Hazretlerinin kabri şerifleri başında kemâli tâzim ile durup, huşû ile murâkabeye vardı. Ali Haydar Efendi (Kuddise Sirruhû)’da Cübbe-i Şerifleri ile temsilen oradaydı. Hissedilen o ki; kabrin başında üç Meşâyıh cem olmuş sanki dertleşiyorlardı. Öyle bir manevî hava oluştu ki, füyûzat bahşeden rûhânîler ordusu adeta kol geziyor, feyiz yüklü teveccühlerle orada bulunan ihvan coşuyordu. Meşâyıh ile hem-dem olmanın tesiriyle okunan Yasin-i Şerif ve diğer sûre-i celîleler yüreklerde yankılanıyor, in’ikâs bulduğu gönüllere harf harf nakşediliyordu. Sonra Tekke Camiî’nde “Tahiyyetü’l-Mescid” ve “Kuşluk Namazları” eda edilip, ardından istirahat için bir ihvan kardeşimizin evine uğranıldı. Orada bir müddet istirahat edildikten sonra Manyas ilçesinin bir köyünde ikâmet eden başka bir ihvan kardeşimizin evine geçildi. Efendi Hazretleri (Kuddise Sirruhû), bu ihvan kardeşimizin hatırını kıramayıp geceyi orada geçirdi. Sabah olduğunda kendisini ziyarete gelen kardeşlerimize sohbet edip; “sakal bırakmanın sünnet olduğundan, Müslümanlığı herkese öğretmenin gerekli olduğundan” bahsetti. Efendi Hazretlerimizin Bandırmaya varışın-dan sonraki bölümünü, üstâdımızı evinde misafir eden hocahanım kardeşimizden dinleyelim: Bandırma iskelesine muhterem üstadımızı karşılamak üzere gittiğimizde, orada bizimle aynı duyguyu paylaşan pek çok kardeşimizin de hazır olduğunu gördük. Heyecanla gönlümüzün sultanını bekliyorduk. Adeta, Peygamberimiz hicret ettiğinde, Medineli Müslümanların yollarda Efendimiz’i hasretle beklerken hissettikleri çoşkuyu ve sevinci yaşıyorduk. Nihayet beklenen an geldi… Deniz otobüsü iskeleye yanaştı, muhterem üstadımız ve maiyyetindeki ihvânı ardarda gemiden indiler. Muhterem üstadım ve muhtereme vâlidem başta olmak üzere, herbiri ayrı ayrı kıymetli tüm ihvan kardeşlerimizle birlikte, önce Ali Rıza el-Bezzaz (Kuddise Sirruhû)’nun kabri şerifine gittik. Muhterem üstadım, Ali Rıza el-Bezzaz (Kuddise Sirruhû)’nun mânevî huzurunda kemâli edeple durdu. Onu selamladı. O anın şahidi olmak için bakışlarımı şeyhime yoğunlaştırdım. Rûhunda yaşadıkları nurlu yüzüne aksediyordu. O an bir aktap gülşeninde hissettim kendimi… Muhterem üstadımın dört yıl gibi uzun bir zamandan sonra yapmış olduğu bu ziyaret; özelde tüm ihvanımız, genelde ise tüm Müslümanlar adına son derece faydalı semereler verecekti inşaallah. O, bu ziyaretiyle belki de evvelce birbirlerini görmeyen, hatta hiç tanımayan ihvanı çok kısa bir sürede, hem de birbirlerinden habersiz bir şekilde toplamış, aralarında muhabbet tohumunun yeşermesine sebeb olmuştu. Yalnız ihvânı mı? Camiî’nin önünden tevâfuken geçen, sokağında oturan herkes nasiplendi bu güzellikten, İslâm kardeşliğinden. Muhterem üstadımızı görenler, sonradan gelip onu göremeyenlere yer açıyor öncelik tanıyor ve bu manevî hazzı diğerleriyle paylaşıyordu. Ya 7-8 yaşlarında iki küçük kız çocuklarının muhterem üstadımızı gördüklerinde; “efendi babamız efendi babamız” diyerek sevinçle yukarıya sıçrayışlarına ne demeliydi? Bu hal beni çok duygulandırdı. Üstadımın nûru küçücük kalplere de aksetmişti. Onlar da kendi lisanları ve tavırlarıyla sevgilerini ifade ediyorlardı, Medine’li küçük kızların Rasûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’e sevgilerini ifade ettikleri gibi… Yakinen biliyorum ki muhterem üstadımız onları görmüş, seslerini duymuş olsaydı sevgi ifadelerini karşılıksız bırakmaz, Peygamber Efendimiz misali karşılık verirdi onlara… Ziyaretten sonra istirahat için hizmet ehli kardeşlerimden birisinin evine gidildi. Bu durumu haber alan ihvan kardeşlerimiz üstadımızı ziyaret etmek için akın akın gelmeye başladılar. Ev sahibi kardeşim ile aynı duyguyu paylaşıyorduk heyecan, sevinç, şaşkınlık… Bu kardeşim ve ailesi ikindi vaktine kadar hakikaten takdire şayan bir içtenlikle muhterem üstadımızı ağırladılar. Aynı minval üzere üstadımızın ziyaretçilerine de evlerini ve gönüllerini açtılar. İkindi namazımızı eda etmiştik. Muhterem üstadımın teşrif sırası bu âcize ve ailesine gelmişti. Evlerin pencerelerinde, balkonlarda, sokak aralarında, muhterem üstadımızı yolcu etmek üzere bekleyen yüzlerce insanın arasından bir resmi geçit misali yola çıkıldı. Bir kaç araç konvoy halinde, Manyas’ın Cumhuriyet köyündeki fakirhanemizi saadet haneye dönüştürmek üzere gidiyorduk. Manyas, peyniri ve daha çok muhtelif türlerdeki kuşları barındıran ve “kuş cenneti” denilen gölü ile meşhurdur. Muhterem üstadımın, bu gölü ve kuş cennetini yakından görmesini temenni etmiştim, bu hususta henüz bir teklifte bulunamadan oraya giden yolu geçmiş bulunduk. Bir iki dakika bile geçmemişti, bir anda yere çok yakın mesafede uçan iki küme kuş belirdi. Muhterem üstadımın bulunduğu aracın penceresine sanki konacakmış gibi indiler ve çıktılar. Aracın camından muhterem üstadımıza bir nevi selâmlama geçidi yapmışlardı, bu manzarayı şaşkınlıkla izleyerek şahit olduk. Sanki onlar bu halleriyle acize diyorlardı ki; “Onun bizi değil, bizim onu görmemizdi layık olan” Takriben bir saat süren yol boyunca geçtiğimiz köy ve kasabalarda, görenler tarafından ilgi ve merakla izlenildik. Ve elhamdülillah en nihayet menzilimize ulaştık. Evde bizleri beklerken heyecanları had safhaya ulaşmış aile fertlerimiz sevinç ve tâzimle şeref konuklarımızı karşıladılar. (Bize göre) evimizin en güzel odasını muhterem üstadımızın ve ailesinin kalabileceği şekilde dizayn etmeye çalıştık. Evet işte muhterem üstadımızla birlikteydik, şeref konuğumuz olmuştu… Annemin: “Yavrum Rabbim ne büyük lütufta bulundu, Eyyubü’l-Ensârî misali kıldı bizleri” sözü çok yerinde bir tesbitti. Hakikaten de öyleydi. Sevgili Peygamberimiz’in mihmandarı o şerefli sahabiye, Rabbimin ikram ettiği lütfun yüceliğini şimdi daha iyi anlıyordum. O Kâinatın Efendisi’ni büyük bir ta’zim ve hürmetle konuk etmişti saadet hanesinde. Bizlerde onun kıymetli vârisini konuk ediyorduk, acaba Eyyübü’l-Ensârî (Radıyallahü Anh)’ın Rasûlüllah (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem)’i memnun ettiği gibi, bizlerde onun kıymetli vârisini memnun edebilecek miydik? Doğrusu bu hususta son derece endişeliydik, diğer taraftan da İmâm-ı Rabbânî (Kuddise Sirruhû)’nun “Keremlilerle iş kolaydır” sözü gereği, “Rabbimiz bizlere dostunun hürmetine bir kolaylık, beceriklilik verecektir” diye ümid ediyorduk. Hakikatende Rabbim çok kolaylıklar verdi. Hem maddî hem mânevî yönden. Bunu birebir yaşadık. Muhterem üstadım yukarı katta bulunan erkek ihvanımızla, bizlerde aşağı katta muhtereme hanımannemiz ile birlikte akşam namazlarımızı kıldık. Ardından yemekler yenildi. Yatsı namazından sonra erkek ihvanımız, üstadımız ile “hatm-i hâce” yaptılar. Daha sonra şeref konuklarımıza istirahata çekilmeleri için ayarlamalarda bulunduk. Muhterem üstadımız ve ailesi odalarına çekildiler. Bitmesini hiç istemediğim bir gece, bir vuslat anı geçmişti hiç anlamayarak… Muhterem üstadımızın Manyas’ta olduğunu haber alan civar köy kasaba ve hatta illerden ziyaret için misafirler geldiğini haber aldık. Anladım ki gece boyu heyecanıma iştirak eden, nice ihvan kalpler varmış. Rabbim gece başka gündüz başka ikram ediyordu... Çok zaman geçmedi ki, papatya misali sarıklı cübbeli kimselerle bahçemiz doluverdi. İşte muhterem üstadımın çiçekleri bir anda açmıştı, güzel kokular salıyorlardı etrafa. Ve aralarında selâm, dostluk, kardeşlik, özlem ifade eden kelamlar. Muhterem üstâdımızı görebilme temennilerinin verdiği heyecanlı halleri... Derken beklenen an geldi, muhterem üstadımız yetiştirdiği çiçeklerin bakımını yapmak üzere gülşenine teşrif buyurdular. Tarikat bahçesinin gülleri, Peygamber Efendimizi ziyarete gelen heyetler misaliydi. Muhterem üstadımıza takdim edildiler, teveccühüne sunuldular sırası ile. Üstadımız da sevgi ve memnuniyet ifadesiyle kabul etti onları, ardından da nasihatlarda bulundu. Biz hanımlarda içeriden dinliyorduk bu nasihatları. Uzun zamandan beri hasret kaldığımız muhterem üstadımızın kıymetli sözleri garip, mecâlsiz, hasta düşen rûhumuza ilaç oluyordu, tedavi oluyorduk adeta. Çoğunlukla hastalar ilacı kullanmakta güçlük çekerlerdi. Ama biz öyle değildik, doktorumuz o kadar tecrübeli ve mâhirdi ki… İlacını yudumlamakta güçlük çekmek bir yana, onu içme şevkine sevk etmişti bizi. Çölde kalan kimsenin suya kavuşması misali, ilacımızı iştiyakla yudumluyorduk. Her yudum rûhumuzu hayat-ı tayyibeye kavuşturuyordu. Canına can katıyordu adeta… Bir süre sonra her güzel anların çabucak geçtiği gibi hayatımızın en güzel anlarından biri de çabucak geçmişti. Muhterem üstadımız ile zahiri beraberliğimizin mîlâdı dolmuştu. Tebliğ ve nasihatleriyle gözümüzü, gönlümüzü açan muhterem üstadımız istirahat etmek üzere odasına çekildi. Ziyaretlerin arkası kesilmiyordu. Muhterem üstadımızın Bandırma’da olduğunu haber alan ihvânımız kuşluk vaktinden sonra gelmeye başladılar. Bu arada muhtereme vâlidemiz de, hanım ziyaretçilerle görüşüp dertlerini paylaşıyor, onlara nasihatlerde bulunuyordu. Üstadımız gün boyu müsait oldukça yeni ziyaretçileri kabul etti. Bu minval üzere geçen dolu dolu bir gün bitmişti. Akşam namazı eda edildikten sonra yola çıkıldı. Evimize bir güneş doğmuştu. Şimdi ise bir başka yeri aydınlatmak üzere batmıştı. Hepten karanlıkta bırakarak değil, ardında ay ve yıldızları bırakarak. Deniz otobüsünün kalkışına bir hayli vakit olmasına rağmen muhterem üstadımız Ali Rıza el-Bezzaz (Kuddise Sirruhû)’nun kabri şerifini ziyaret etmek için alelacele erkenden yola koyulmak üzere araçlar hazırlandı. Aracına binmek üzere olan üstadımız’a ebeveynimin, ziyaretlerinden duydukları memnuniyetleri ifade etmeye çalışıp tekrar teşrif etmeleri, ricasında bulundular. Üstadımız aracına geçtiğinde uğurlamak üzere bekliyorduk ki “Kübra nerede” diye sordu. “Buyrun Efendi Hazretlerimiz buradayım” diye cevap verdiğim de “haneniz mamur olsun” buyurarak duâ da bulundu. Âcizâne ben de: “Hanemiz sizinle mamur oldu. Rabbim sizden razı olsun” sözleriyle mukabele de bulundum, tebessüm ettiler. Muhterem üstadımızın İstanbul’a dönüş yapmak üzere yola çıktığını duyan ihvanlar, Tekke Camiî’in de toplanmış üstadımızı bekliyorlardı. Aman Allahım o da neydi öyle? Caminin avlusu hanımlarla, içerisi ise saf halinde erkeklerle hınca hınç dolmuştu. Yatsı ezanı okunalı yarım saat olmasına rağmen muhterem üstadımız ile namaz kılabilmek için beklemişlerdi, yaşlı genç her sınıftan insan.. Muhterem üstadımız, kıymetli üstâdı Ali Haydar Ahishavî (Kuddise Sirruhû)’nun kendisine yadigar olarak bıraktığı cübbesi üzerinde, büyük bir tazim ve hürmetle hizmetli kardeşlerin yardımıyla arabasından indi. Caminin kapısına kadar 3-5 adım yürüdü. Ardından kabr-i şerifin yanına getirildi. El arabasından inip yere oturdu. Kutup yıldızlarının buluşması gibi meşâyıh birbirine kavuştu. Okunulan sûreler bağışlanıldı. Üstâdımız Tüm mü’minler ve bâhusus bütün ihvânı için duâ da bulundu. Ardından yatsı namazını eda etmek üzere camiye geçildi. Saf saf kenetlenmiş Müslümanlar topluluğuyla birlikte yetmiş bin perdenin aradan kalktığı farz namaza duruldu. O anın farzı olan Yatsı’da gönüller saflaşıp duruldu. Görüşme tamamlandı, mânevî vedalaşma yapıldı. Ve şeyhimiz bizlere bir defa daha, bir şehre varıldığında ve oradan ayrılırken, evliyâullâhı ziyaret etmek gerektiği adâbını öğreterek, Risâle-i Hâlidiyye’de edindiğimiz bilgileri amelî bağlamda gerçekleştirerek zihin zindeliğimizi tazeleyip pekiştirdi. Son olarak gemiye bindiğimizde ise Efendi Hazretlerimiz: “Suyun üzerinde koltukta oturtuyor ve bunca yükü bu gemiye taşıttırıyor. Şaşılacak şey!... Mevlâmıza ne kadar şükretsek azdır” buyurdu…..
NOT; KASRI ARİFAN DERGİSİ OCAK 2009 SAYISINDAN ALINTIDIR:MAHMUT USTAOSMANOĞLU (k.s)
| |
|
AKEVLER[HACER] Admin
Mesaj Sayısı : 2365 Yaş : 66 Nerden : izmir Reputation : 20 Kayıt tarihi : 09/02/10
| Konu: Geri: Hissedilen o ki; Kabrin Başında Üç Meşâyıh Cem Olmuş Sanki Dertleşiyorlardı 09.08.10 8:33 | |
| | |
|